25 Nisan 2014 Cuma

9. gün / 08 nisan salı
OHRİ-DEBRE(KOCACIK)-GOSTİVAR-KALKANDELEN-ÜSKÜP
Bu sabah önce nerdeyse insansız Ohri çarşısında dolandıktan ve Zeynel Abidin ve Alipaşa camilerini gördükten sonra Çınar'ın karşısındaki nihayet bi'zahmet açılan  café'de omletli, türk çaylı kahvaltımızı ettik; sonrasında sıradışı bir güzergah belirleyip Struga'dan kuzeye doğru solumuzda yer yer 2000 m'yi aşan ve Arnavutluk sınırına teğet geçen Jablanica sıradağları, sağımızda ise Kara Drin ırmağı olmak üzere harika manzaralar eşliğinde önce Debre'ye, ardından da zorlu bir yoldan Kocacık köyüne ulaştık. Şu dikkatsizliğime bakın ki biz Struga'da iken Şairler Köprüsü altından akan ırmağın akış yönünü gözden kaçırmışım. Haritaya bakınca Ohri gölüne aktığı düşünülebilecek ırmak gerçekte Ohri gölünden kuzeye doğru akıyor. Bu yüzden kilometrelerce uzayıp giden baraj gölünün bendinin yönü başlangıçta kafamızı karıştırdıysa da sonradan her şey anlaşıldı.
Kocacık'ta biz Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi'nin köyüne geldik derken burasının "Centar Zhupa" olduğunu, anı evininin ise 10 km daha ileride olduğunu öğrendik; ama kararlıydık, gittik ve mekanı bulduk. Gerek ilk köyde gerek Kocacık'ta hemen herkesin türkçe konuştuğunu görmek/duymak bizi çok duygulandırdı.
TİKA'nın yapımını üstlendiği Kocacık'taki Ali Rıza Bey Anı Evi


Kocacık'tan sonra Mavrorvo ulusal parkı ve Gostivar üzerinden Kalkandelen'e vardık. Makedoncada Tetovo dedikleri bu şehirde ilk işimiz ünlü Harabati Baba Tekkesi'ni ziyaret oldu. 16.yy'da Malatya'dan gelip tekkeyi dergah haline sokmuş Harabati Baba beni zaten yeterince meraklandırmıştı. Burada tekkedeki dervişten, onlarca dönüm mülkü olan bektaşi tekkesinin günümüzde sünni bir grup tarafından oldu bittiyle ele geçirilmeye çalışıldığını öğrendik. Her hal ü karda şu andaki belirsizlik ortamının bu güzelim mekanın lehine bir gelişme olmadığı kesin ve bu yazıklanılacak bir durum.
Daha sonra Kalkandelen'deki sıradışı mimarili ve dış-iç bezemesiyle öne çıkan Alaca camiyi ( namıdiğer Süslü cami) gezdik. Şehir çok güzel ve kendinizi bir Anadolu kentinde sanabilirsiniz. Bir börekçide 160,- dinara [8,- tl] karnımızı doyurduk, sonra da kentin ortasından geçen Pena ırmağı kıyısında bir açık hava kahvesinde tıpkı bizdeki gibi ince belli bardaklarda türk çayımızı içtik.
Şimdi hedefimizde Makedonya başkenti Üsküp var. Gecikmeden giriyoruz kente ve her zaman yaptığımız gibi aracımızı bir yere park edip konaklama yeri derdine düşüyoruz. Doğru yerde olmadığımız kesin ancak yardımlarını istediğimiz türkçe konuşan Üsküplü kızlar erinmeyip bizi otellerin ard arda sıralandığı Çarşı bölgesine kadar getirmek nezaketini gösterdiler; biz de burada türkçe konuşan nazik müdürü Bilgin Bey'in bizi gözeten cazip önerisiyle iki geceliğine Sultan otele yerleşiyoruz. Artık bir klasiğimiz olan "akşam üzeri şehir turu"muzu gerçekleştirip otele dönüyoruz. Yarın tam gün Üsküp.

10. gün / 09 nisan çarşamba
ÜSKÜP
Hemen söyliyeyim, Makedon başkentinde geçirdiğimiz iki günde bağımsızlığıını kazanalı topu topu 20 yıl olmuş ülkenin yöneticilerinin abartılı, yer yer de gülünç bir kök(en) arayışı içinde olduklarını görmek bizi şaşırttı. 542 yıllık osmanlı-islam geçmişini handiyse görmezden gelip Makedonyalı Filip, Büyük İskender, Jüstinianus ve ordan geçerek Goce Delcev gibi 19. yy sonu Makedon özgürlüğünün kahramanlarının heykel, anı ve anıtları. Buna bir de 1910'da Gonca Boyacı adıyla Osmanlı tebası olarak Üsküp'te doğan ve rahibe Tereza adıyla ve hint yurttaşı olarak 87 yaşında Kalküta'da ölen Makedonya'nın en ünlü evladını!? ekleyin [the most famous person and Nobel Prize winner from Macedonia]. Breh breh.. Şimdi, kente hakim Vodna dağının tepesindeki 68 metre yükseklikte milenyum haçının sebebi daha anlaşılır oluyor. Kentin tarihi dokusunu oluşturan ve gerçekten de çok yakışan Türk dönemini bilinçli bir şekilde hariç tutup, öyküsü bir şekilde bu ülkeyle şöyle bir kesişmiş her kişi, olay ya da tarihsel durumu kullanmak istemişler. Böylece de Taşköprü ve Vardar nehri kuzeyindeki alçakgönüllü ve vakur Osmanlı kentiyle güneydeki Makedonya meydanıyla başlayıp öylece devam eden kitsch [rüküş] modernlik! tuhaf bir zıtlık oluşturmuş. 

  

Uliça Evliya Çelebiya, Üsküp'te "Evliya Çelebi Sokağı", ne güzel!



Üsküp'e hasrettiğimiz bu gün kentte nerdeyse görmedik yer bırakmadık. Kale, çarşı, Bursa ve Edirne'dekileri aratmayacak güzellikte camiler, hanlar, hamamlar, köprüler... ve sonra heykeller, heykeller. Açlığımızı bastırmak için mimlediğimiz iki adresten Kapan Han girişindeki Turist restoranı seçtik (diğerinin adı Destan); denemek istediğimiz iki yemekse güveçte kuru fasulye ile, kebap yani köfte. İkisi de başarılıydı, memnun ayrıldık.
Günün sonunda aracımızla Vodna tepesindeki dev Haç'a giden teleferiğin yanından geçip Aziz Pantelemon kilisesine kadar gittik; açık bulsak sürpriz olurdu, mamafi dıştan görünüşü ve seçildiği mekanla zaten yeterince etkileyiciydi. Dönüşte Üsküp'te son gezintimizi gerçekleştirip otelimize geçtik.

11. gün / 10 nisan perşembe
ÜSKÜP-PRİŞTİNA (OBİLİÇ)-PRİZREN-DECANİ-İPEK-ROZAJE-NOVİ PAZAR
Bugün programımız yoğun ve üstelik de bir-kaç sınır geçeceğimiz için erkence yola çıktık. Çok geçmeden Kosova sınırına vardık; burada araç ve belgeleriyle ilgili şu ana dek sorunsuz giden işlemler açısından bir pürüz çıktı. Adamlar nazik bir dille aracın uluslararası sigorta evrakının Kosova'yı kapsamadığını (tersi de vakiymiş) bu durumun Kosova'nın halen belirlenememiş statüsü dolayısıyla olduğunu izah edince ikna olup en kısa süre tarifesinden 30,- avro ödeyerek belgemizi aldık ve Kosova'ya "merhaba" dedik. İlk menzilimiz başkent Priştine olmakla beraber buraya geliş amacımız, kentin hemen kuzey-batısındaki Obiliç'te Sultan Murat Hüdavendigar türbesini ve hemen aynı yerdeki 1389 Kosova muharebe meydanını görmek. Savaşı muzaffer bitirmiş padişahın savaş alanında inceleme yaptığı esnada Obiliç adında bir Sırp tarafından hançerlenerek öldürülmüş olması onca zaman sonra bile insanın içini acıtıyor.
Sultan Murad'ın iç organlarının gömülü olduğu türbesi. Bedeninin gömülü olduğu türbe ise Bursa Çekirge'de

Şimdi hedefimizde Prizren var ve zaman kaybetmeksizin Kosova'nın en güzel kentine doğru yol alıyoruz. Gerçekten güzel ve bizden bir kent. Bistrika çayı üzerinde köprüler, Osmanlı şehirciliğinin iyi becerdiği kent dokusuyla barışık, onu taçlandıran cami: Sinanpaşa camisi. Öğleyin Şadırvan semtinde Besimi-Beska et lokantasında yediğimiz yemek tartışmasız bu tur boyunca yediğimiz en iyi ilk üç arasına girdi. Ben Prizren'in Beyti'si dedim burası için, üstelik dört kişi toplam sadece 25,- avro ödedik.


Gün henüz bitmedi, İpek'e giden yol üzerinde Kfor askerlerinin koruması altında, pasaportlarımızı girişteki askerlere teslim ederek gezdiğimiz Sırp kilisesi Decani de bir başka sürpriz. Unesco listesinde yer alan ve 1327-35 yıllarında zamanın Sırp kralı Stefan Decanski'nin yaptırdığı bu manastır kilisesi adı geçen kralın ahşap lahdini [sanduka?] de barındırıyor. Aynı dönemden gene ahşap bir vaaz kürsüsü de ana kilisede görülebiliyor. Gözden kaçmayan bir ayrıntı da sütun başlıkları üzerindeki insan, kuş ve mitolojik hayvan figürleri idi.
İpek şehri de çarşısı, Bayraklı camisi (namıdiğer Çarşı camisi) ve diğer yapılarıyla bizi sarmaladı. Mehmet Akif'in babası "İpekli Tahir Efendi" de lakabından anlaşılacağı üzere bu kentte doğmuş. Birer çay-kahve içip Karadağ sınırına yöneldik. Bir not: Sırbistan hükümeti halen Kosova'yı kendi toprağı gibi gördüğünden pasaportlarımızda Kosova denen ülkenin damgasıyla Sırp sınırına gitsek "Bu Kosova da ne menem bir yer, biz tanımıyoruz" deyip reddedeceğinden biz zorunlu olarak Karadağ'a şöyle bir girip orada Sırbistan Cumhuriyeti'ne geçeceğiz. İpek'i terk ettikten çok değil 15 km sonra dağa tırmanmaya başladık; şaka gibi bir şey: önce yağmur, sonra tipi ve ardından kar. Doğrusu programı hazırlarken gözümüzden kaçmış bir ayrıntı. İki ülke sınırını oluşturan ve zirvesi 2400 m'de olan dağın silueti gözümüzün önünde 1710 m rakımlı geçitten geçip Karadağ'a vardık ve orada da aynı manzara devam etti. Defalarca durup resim çektik.


Akşam alacası çökmeye yakın tur güzergahımızdaki 7. ülkeye, Sırbistan'a girdik. Son gece konaklaması için ben Novi Pazar'ı özellikle seçmiştim: yazgının cilvesi olarak müslüman Sancak'ın en önemli kenti, nüfusunun nerdeyse tamamı  boşnak olan Yeni Pazar ortodoks-hıristiyan ağırlıklı bu ülkede kalmış, dolayısıyla Belgrad'la ilişkisi sorunlu. Hem kente geç girişimizden olmalı hem de belki şanssızlığımızdan bu son gece iyi bir otel bulamadık, dolayısıyla "bir zamanlar maziye bak.." görünümünde Vrbak otele razı olduk.

12. gün / 11 nisan cuma
NOVİ PAZAR-NOVA VAROŞ-VİŞEGRAD-SARAYBOSNA-İSTANBUL
Sabahleyin yağmur yağıyordu, üstelik uçağa binecek olmamızın da dürtmesiyle Mirsad Türkcan ve dahi ülkemizi ülkesi bilmiş bi'dolu insanın kökeninin dayandığı bu kenti aracımızla turlayıp dümeni Bosna-Hersek'e döndürdük. NovaVaroş'tan itibaren dünkü karlı-tipili hava bizi yeniden yokladı. Bu günün gözdesi Vişegrad'da ünlü Drina köprüsü. İlginç bir raslantıyla başlangıç ve bitiş noktası olan Saraybosna'yı saymazsak bir köprüyle [Mostar] başlayan turumuz bir diğeriyle noktalanmış oluyor. Yola çıkmadan İvo Andriç'in (kendisine Nobel kazandıran) ünlü Drina Köprüsü'nü okumuştuk; dolayısıyla tarihsel arkaplanı havsalamızda olarak köprüyü belleğimize nakşettik.

Köprü üzerinde kasaba halkından herkesin bir anısının olduğu köşe. İvo Andriç
Saraybosna'ya döndük ve başlangıçta zaman yetersizliğinden gezemediğimiz Umut tüneli ile ziyaretlerimizi noktaladık. 1992-95 yıllarında sırp kuşatması altındaki Saraybosnalılar için hayati rol oynamış 800 m uzunluğundaki tünelin şimdi 25 m'lik kısmı ziyarete açık; yürek burkan bir ziyaret ama sırp hunharlığını hatırlamak ve unutmamak bakımından önemli.
Time oto kiralama şirketinden genç Samir'e aracı havaalanında sorunsuz şekilde teslim ettik, son boşnak KM'lerimizle birşeyler içtik ve cumayı cumartesine bağlayan saatlerde Atatürk havalimanından evimize döndük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder