22 Nisan 2014 Salı

5.gün / 04 nisan cuma
DUBROVNİK-HERCEG NOVI-KOTOR-ÇETİNYE-BUDVA
Bu sabah erkence bir saatte yola koyulduk ve Dubrovnik çıkışında ve uzaktan Dubrovnik'i gören Cavtat'ta kısa bir sabah yürüyüşü yaptık. Huzur veren bir belde, keşki daha çok kalabilseydik. Yolumuza devamla Hırvat-Karadağ sınırına, Karasovici kapısına ulaştık. İşlemler gene hızlı ve hemen ötede ilk Karadağ kenti Herceg Novi'deyiz [Yeni Hersek]. Aracımızı üst kısmında saat kulesi yer alan tarihi kapıya yakın bir parkyerine bıraktıktan sonra sözü geçen kapıdan geçip eski şehirde yürüyüşümüze başladık. Harika bir meydan, güzel mimarili sırp ortodoks kilisesi, yanıbaşında bir  café. Eh, artık Karadağ'da ilk kahvenin hem zamanı hem zemini oluştu. Üstelik para bozdurma derdi de yok çünkü Karadağ istisnai olarak AB üyesi olmadığı halde avroyu ulusal para birimi yapmış tek ülke.. diyecektim ki sonradan benzer uygulamayı Kosova'da da gördük.
Kent planında demin andığım saat kulesi "sahat kula" şeklinde yer almış, bir de kalenin orada"kanlı kula" var ki görmeye yeltendik ancak girişi kapalı idi. Şu meşhur! sezon burada da henüz açılmamış anlaşılan.
Aracımıza döndüğümüzde kurnaz park görevlisi genç elinde 5,- avroluk bir ceza makbuzuyla çıkageldi. Efendim, girişte fiş alsaymışız park ücreti 60 sentmiş, ama olmayınca cezalıymış. Oradaki ingilizce bilir bir hatun kişi cezayı ödemememizi, bir sorun olmayacağını söyleyince biz de parkçıya "anan güzel mi?" de(me)yip yolumuza devam ettik.
Kotor körfezi girişinde solda yer alan Herceg Novi'den içerlere doğru 15 km kadar gidince feribotla Kotor'a kestirmeden gitmek vardı ama biz hep kıyı boyunca ilerlemeyi yeğledik. Gerçekten güzel manzaralar var..

Ve sonra bir yanı deniz, bir yanı ırmak ve arkasında kalesinin yükseldiği dağ ile Kotor... al sana bir "stari grad" daha.. Dubrovnik'in Karadağ şubesi. Unesco listesinde yer alan şehre Batı deniz kapısından girerken gördüğüm turizm danışmadan bir kent planı istiyorum. Genç ilgili milliyetimi soruyor ve "Türk" der demez elime türkçe bir Kotor planı tutuşturuyor; doğrusu takdire şayan bir çaba. Kapılar, kilise ve manastırlar, soyluların sarayları, kamu binaları görülecek yerler. Meydandaki Aziz Trifon katedrali ilgimizi çekti; kapıdaki görevlilerin kokartımıza binaen buyurun demeleriyle gezmeye başlayınca öğrendik ki kilisenin adına adandığı Trifon Anadolu kökenli bir aziz kişiymiş. 3. yy ortalarında İznik'te şehid edilmiş. 9. yy başında ise rölikleri bu şehre getirilmiş ve ilkin mezaryeri sonra kilise inşa edilmiş. Nereden nereye..
Bu tarihi atmosferi daha fazla solumak için meydanda Picerija "Sara" nam restoranda açlığımızı [illa da susuzluğumuzu] giderdik. Uygar bir ortamda, bir günah işliyormuş hissine kapılmadan birasını yudumlamak gerçekten büyük keyif, (v)ah memleketim (v)ah.
Yola tekrar koyulup bu kez dağ yollarından Kotor'un ve körfezdeki diğer yerleşimlerin kah görünüp kah kaybolduğu manzaralar eşliğınde Lovcen geçidine tırmandık. Lovcen dağı ve çevresi bir ulusal park ve Karadağlıların gözünde nerdeyse mistik bir dağ; zirvesi 1749 metrede. Biz de geçidi aşıp Çetinye yönüne dönünce birden kendimizi dağ havası, manzarası ve evleri ortamında bulduk.
Karadağ'ın tarihsel başkenti Çetinye ufacık bir şehir; dön dolaş gene bana gel hesabı. Kral Nikolas'ın saray yavrusunu yeniden elden geçiriyorlar. Bir de yayalaştırılmış uzunca bir caddesi var ki biz de açıkhavada bir şeyler içip yola revan olduk. Budva'yı fazla bekletmemek lazım.
Budva'ya varışta ilk bir-iki deneme konaklama yeri konusunda tatminkar çıkmadı. Ya çok berbat ve ucuz odalar ya da paraya kıyıp otelde kalma seçeneğini tartışırken son anda hem ucuz, hem de temiz mi temiz tam aradığımız gibi iki oda bulduk, dolayısıyla Allah dedik. 
Bu arada bu seyahat boyunca"boş oda" anlamına, ülkesine göre apartment, apartmani, sobe hatta soba yazıldığını görmek bizi epey eğlendirdi.
Akşam yürüyüşümüzü Budva merkeze, liman ve eski şehir yönüne yaptık. Odada çay-kahve ve wi-fi kolaylığı ve güzel bir uyku.

6. gün / 05 nisan cumartesi
BUDVA-ÜLGÜN-İŞKODRA-KRUYE-TİRAN
Sabahleyin bu kez aracımızla Budva'da turlayıp bir-kaç km ilerideki meşhur Sveti Stefan adasını farklı açılardan resimleyip kıyı boyunca ilerleyen yoldan Ülgün'e vardık. 
Adını Karadağlının Ulcinj, burada sayıca çoğunlukta olan Arnavutlarınsa Ulqin diye dillendirdiği Arnavutluk'tan önceki sonuncu Karadağ liman şehrini keşfetmek bizim için sürpriz oldu. Bizi şaşırtan sayıda cami gördük ve kaleden limana kadar yürüdük; deniz çoşkundu ve çok güzeldi.
Bu turun tamamında göreceğimiz yedi ülkeden dördüncüsüne geldik bile. Muriqan kapısı sonrası ilk Arnavutluk şehri İşkodra'dayız. Beklentimiz büyüktü ne yazık ki yoğun yağan yağmur bizi istediğimizi yapmaktan alıkoydu. Balkan savaşlarında Osmanlının altı aylık kuşatmaya direndiği ve en son terk ettiği kent. Rozafa kalesini ancak eteğinden, aracımızdan şöyle bir inerek görmekle yetindik. Tiran yolunda önceden özellikle mimlediğim "en büyük arnavut!?" İskenderbeg'in kendisine üs seçtiği Kruye'ye saptık. Etrafındaki ovaya hakim konumuyla etkileyici bir müstahkem mevki. Türkçe de konuşan müze müdürünün ilgisiyle hem Ulusal Etnografya müzesini hem de İskenderbeg anısına kurulmuş müzeyi bize özel olarak gösterilen bölümleriyle gezdik. Bunlar kadar ilginç olan ise bu tarihi mekanda manzaralı Bardhi restaurant'da gözümüze ve midemize bir ziyafet olan yemeği afiyetle yemek oldu. Bilgi için yemeğin maliyeti 5560,- lek, yani 115,-tl

Tiran'a varışta bir kez daha şansımız yaver gitti ve ünlü İskenderbeg meydanına yakın iyicene bir otel bulduk. Üstelik ciddi bir araç park sorununun olduğunu gözlemlediğimiz şehirde otelin park yeri de var, daha ne istenir ki? Otele yerleştikten sonra Tiran merkezde uzunca bir çevreyi tanıma turu attık, bu cümleden olarak Ethembey camisi, Saat kulesi, İskenderbeg meydanı ve heykeli bizim Ankara-Ulustakiler misillu Enver Hoca döneminde yapılmış resmi devlet binaları.

7. gün / 06 nisan pazar
TİRAN-DIRAÇ-BERAT-ELBASAN-LIBRAZHD
Sabahleyin otelin işletmecisi olduğu café'de kahvaltıdan ve meydanı çevreleyen ilginç bir kiliseye göz attıktan sonra Ulusal müzeyi etraflıca gezdik, bilgilendik. Sonrasında Arnavutluk'un Adriyatik kıyısındaki en büyük limanı ve Tiran'a sadece 37 km uzaklıktaki Dıraç'a yöneldik. Roma döneminde İstanbul'dan Roma'ya giden yolun Adriyatiği geçmezden önceki son durağı olan şehirde hem roma-bizans hem de osmanlı döneminden ilginç kalıntılar var. Bizim orada bulunduğumuz pazar günü fazladan bir de Türk sporcuların da katıldığı Balkan yarı maratonu vardı. Amfitiyatro'da türkçe konuşan yerel rehber Elmas ile [Esmeralda] söyleştik, ardından Venedik kulesini, şehir surlarıın ve limanı gördük. Burası Adriyatiğe elveda diyeceğimiz yer ama ne yazık ki deniz pislik dolu.
Yolumuz Unesco listesinde yer alan Berat şehrine doğru. Aslında bu bölgede ilginç bir-kaç arkeolojik örenyeri de var ama zaman sınırlı. Çiseleyen yağmur altında Berat'a varır varmaz aracımızın  çıkabildiği yere dek çıkıp sonrasında yürüyerek (inat ve ısrarla) zirveye yürüyüşümüzü devam ettiriyoruz. Bizim kapanmadan kavuşmaya çalıştığımız Azize Meryem kilisesi içindeki Onufri ikona müzesi meğer pazar günleri erkence kapanıyormuş. Sağlık olsun deyip, usul usul akan yağmur altında biz de usul usul iniyoruz.Osum ırmağı üzerinde kurulu 1777 tarihli Gorica Osmanlı köprüsünü ve tarihi evleri inceliyoruz.


Berat'tan yeniden Tiran'a dönüyormuş gibi Rogozhine sapağına kadar gelip oradan dar ve başlangıçta gerçekten cesaret kırıcı bir yoldan Elbasan'a varıyoruz. Niyetimiz şu ana kadar bastırdığımız açlığımızı elbasan tavayla gidermek; kısmet olmadı. Kime sorduysak restaurantların kent dışında olduğunu, merkezde açık bir yer bulamayacağımızı söyledi. Biz de oldukça albenili bu şehirde yürüyüşümüzü gerçekleştirip Ohri yolu 20. km'de Vila Zeneli'ye yöneldik. Bir yolüstü lokantası ama bir-kaç odası da var. Yemek güzel ve makul fiyata olunca biz de geceleyin yol yapıp Ohri'ye (öngördüğümüz gibi) bu akşamdam varmaktansa yarın sabah gündüz gözüyle manzarayı da görerek gitmenin daha isabetli olacağına karar vererek oda fiyatlarını sorduk; komik sayılacak bir rakam duyunca da [iki kişilik oda 20,- avro] Zeneli'de kaldık.

8.gün / 07 nisan pazartesi
LIBRAZHD-STRUGA-OHRİ-RESNE-MANASTIR-OHRİ
Harika manzaralı yollardan geçerek Kafasan kapısından Makedonya'ya girdik. Solumuzda 2000 metreyi aşan dağlar, sağımızda Ohri gölü. İlk durağımız Struga; 1966'dan beri düzenlenen Şiir Akşamları'nın kenti. Biz de Şairler Köprüsü'nden başlayarak şehri dolaşıyoruz. Yeni bir ülke yeni para birimi, burada işimiz dinarla olacak . [1,- tl=20,- dinar]. Gölü izleyerek 15 dakikada Ohri'ye varıyoruz. Kale girişinde aracımızı bırakıp Yukarı Kapı'dan uzunca sürecek yürüyüşlü gezimizi başlatıyoruz. Periblebtos Tanrının Anası kilisesi iç bezeme olarak tamamen bizans ikonografisini yineleyen fresklerin yer aldığı küçük bir kilise; bir an kendimi Kariye'de sandım. Ardından, şimdilerde gün yüzüne çıkarmaya çalıştıkları antik tiyatro. Sonra Aya Sofya kilisesi ki tıpkı İstanbul'daki gibi Osmanlı döneminde camiye dönüştürülmüş. İstanbul ve Selanik'ten gelmiş ustaların yaptığı (11.yy) fresklerin bir kısmı görülebiliyor. Biz buradan sonra kısmen göl içine ahşap kazıklar üstüne yapılmış yolu izleyerek Makedonya'da en çok resmi çekilen anıt olarak geçen "Kaneo'da İncilci Yuhanna" kilisesine gittik. Oradan dönüşte bu gece konaklayacağımız kısmen göl manzaralı odalarımızı bulmak da doğrusu bizi rahatlattı [gecelik oda başına 20,- avro].
Ohri'de yazları bir festivalin de düzenlendiği meydana geldiğimizde şehrin azizleri Naum, Kleman ile Kiril ve Metodius kardeşlerin koca heykellerinin meydanı süslediğini gördük. Güney slavlarının dillerinde aziz anlamına sveti sözcüğünü kullandıklarını da burada belirtelim.
Günün programı yoğun olunca daha çok oyalanmadan Resne'ye doğru yola koyulduk. Uzayıp giden elma bahçelerinden sonra ulaştığımız kentte Resneli Niyazi Bey evini ve o dönem İttihat ve Terakki binası olarak yapılmış, şimdilerdeyse adı Kültür Evi olup kimseye yar olmadığı anlaşılan kunt binayı gördük. Yemek için bize önerilen lokanta kalabalık bir grup beklediği için servis yap(a)mayınca gecikmeden Manastır yolunu tuttuk. Yakın tarihimizde ve folklorumuzda yer etmiş gerçekten bizden olan bir şehir, Manastır nam-ı diğer Bitola. Osmanlı döneminde Hamidiye caddesi diye adlandırılmişken şimdilerde Şirok sokak denilen ünlü yayalaştırılmiş caddeden alelacele Mustafa Kemal'in de okuduğu Manastır Askeri İdadisi binasına ulaştık ve bir bölümü Atatürk Anı Odası'na dönüştürülmüş müzeyi kapanmadan gönlümüzce gezdik.

Karnımız gerçekten zil çalıyor ve Şirok Sokak'ın da tadını çıkarmak gerek, dolayısıyla Muzaffer'in adını bir yerden not ettiği Leo Restoran'ın kapısından girdik; emin bir kaynak salık vermiş meğer, gayet güzel doyduk.

"Manastır'ın Ortasında Var Bir Çeşme"
Şimdi Ohri'ye dönüş zamanı ve bu öğlenden sonra yaptığımız 75 km yolu bu kez tersine yapacağız. Hadi kolay gelsin

9. gün / 08 nisan salı
OHRİ-DEBRE (KOCACIK)-GOSTİVAR-KALKANDELEN-ÜSKÜP










3 yorum:

  1. BU İKİNCİ BÖLÜM.. ÜÇÜNCÜ VE SON BÖLÜM DE GECİKMEYECEK.

    YanıtlaSil
  2. Başarılı bir blog olmuş. Biz de Balkanları gezmiş kadar olduk. Eline sağlık.

    YanıtlaSil