İSTANBUL-SARAYBOSNA
Sabahleyin erken uçuşla [IST 07:05-07:55 SJJ] Saraybosna havaalanına indik. Katılımcılar: ben Fakir Mehmet Tahir ve hanımım Sevgi ile kadim dostum Muzaffer Tanrıkulu ve hanımı Emel.
Havaalanından şehirde konaklayacağımız Halvat otele taksi ile ulaştık; burada önceden beri kendisiyle yazıştığım sempatik Valida Hanımla tanıştık. Valizlerimizi bırakıp Valida Hanımın ikramı çay/kahve molasından sonra yürüyüşlü şehir turumuza başladık. Bu tur çerçevesinde sırasıyla: Aliya İzzetbegoviç'in mezarının da bulunduğu Kovaci mezarlığı, Alifakovac mezarlığı, Şehitlikler, Vratnik üzerinden Kale,
Öğlen yemeği için tercihimizi öyküsüyle öne çıkan İnat Evi'nden yana kullandık. Yerel tatlar olarak cevapi (köfte) ve sarajevski sahanı denedik. Hepi topu 4 kişiyiz ama yemekleri beğenenimiz de oldu beğenmeyenimiz de.. Akşamleyin Başçarşı civarında yeniden bir yürüyüşle gündüz gözümüzden kaçan Morica Han'ı gezdik
2. gün / 01 nisan salı
SARAYBOSNA-MOSTAR-BLAGAY-POÇİTEL-ŞİBENİK
Dinlenmiş ve güçlerimizi toplamış olarak otelde harika bir kahvaltıdan sonra Valida Hn aracılığıyla Time rent-a-car'dan günlük 25,- avrodan kiraladığımız Ford Focus'umuzla on gün sonra aynı yerde iade koşuluyla Saraybosna'dan ayrıldık. Mostar'da elbette köprüden gayrı şeyler de var ve biz epeyce turladık kenti ama ne var ki burada en kayda değer şey meşhur "eski köprü" yani "stari most", şehrin adı da zaten köprüden geliyor. İlkini (Mimar Hayreddin, 1566) ve sonuncusunu (1993'te hırvatlarca yıkılışından sonra, 2002-03) inşa etmiş uygarlığın temsilcileri olarak köprünün altında, üstünde, sağında-solunda bolca vakit geçirdik.
Mostar'da gördüğümüz diğer ilginç yapılar arasında Neretva ırmağına ve köprüye hakim konumuyla Koski Mehmet Paşa Camisi ve Karadozbey camileri özellikle anılmaya değer.
Hırvatistan'a doğru yol alırken ilkin Blagay'da, Buna nehrinin kaynağının [vrelo bune] hemen yanıbaşındaki Sarı Saltuk türbesini (ya da girişteki panoya bakılırsa Alperenler tekkesi) ziyaret ettik; ardından suyun kaynağını gören bir noktada, Hladovina adlı tesiste alabalıklı bir ziyafet bizi bekliyordu.
Yolumuza devamla Poçitel'e vardık. Bize biraz terkedilmiş gibi geldi. Yaslandığı dağın doruğundaki kalesi ve aşağıda nazlı nazlı akan Neretva arasında konumlanmış taş evleri (Gavrankaptanoviç evi gibi), han-hamam kompleksi, hele de Şişman İbrahimpaşa camisi ile bu son osmanlı köyü?! tıpkı bir film dekoru gibi. Bu dekorda kahvelerimizi yudumladıktan sonra daha fazla gecikmeden geceleme için düşündüğümüz Hırvatistan'ın Adriyatik kıyısındaki Şibenik'e doğru yola koyulduk. Ljubski'den sonra Mali Prolog kapısından hiç zorluk çekmeden artık bir AB ülkesi olan Hırvatistan topraklarına girdik. Tabii, bu vesileyle yeri gelmişken biz beyler hanımlarımız sayesinde sahip olduğumuz yeşil pasaportlar için değerbilir tavrımızı bir kez daha ifade etmiş olalım. Sınırı geçtikten sonra başlayan otoyolu izleyerek günbatımından önce menzili maksudumuza vardık. Şibenik bizim yarın sabahtan başlayarak beş gün boyunca kıyıdan kıyıdan Arnavutluk'un Dıraç liman kentine kadar kat edeceğimiz 600 km'yi aşkın güzergahın kuzey-batı ucunda konumlanıyor.
Bu turu kurgularken, Saraybosna'daki ilk gece dışında diğer yerler için konaklama rezervasyonu yapmanın pek akıllıca olmayacağını düşünüp gün gün gittiğimiz her yeni kente varışta konaklama sorununu çözeriz demiştik ki isabet etmişiz. Kısa bir arama-taramadan sonra tonton bir çiftin evinde sezonun ilk müşterileri olarak iki odayı bulduk bile. Yerleştikten sonra yaklaşık iki saat kadar liman ve Aziz Jak katedrali etrafında gelişmiş eski şehrin daracık sokaklarında gezindik. Yayalaştırılmış ortaçağ dokulu sokaklarda oldukça hareketli uygar bir yaşam görmek doğrusu bizi etkiledi; iyi ki gezintiyi sabaha bırakmamışız.
3. gün / 02 nisan çarşamba
ŞİBENİK-PRİMOSTEN-TROGİR-SPLİT-DUBROVNİK
Sabahleyin Unesco listesinde yer alan katedrali ayrıntılarıyla görmek ve kahvaltı etmek üzere yeniden geldik, ne ki kent uyuyordu. Gotik-rönesans üslupta taş işçiliğiyle öne çıkan yapıyı yakından inceleyip bir-kaç resim çektikten sonra açlığımızı da orada yatıştırmayı umarak Primosten'e yöneldik. Bir zamanlar ada iken şimdi kara ile birleşmiş çok şirin bir tatilci beldesi, henüz sezonu açmamış adanın etrafını turlayıp nihayet kahvaltımızı da yapmış olarak sıradaki Trogir yolunu tutuyoruz.
Trogir tarihsel kent dokusuyla öne çıkan güzel bir yer, yine de ben Unesco'nun listesine almak için fazla cömert davrandığını düşündüm. Buradan bu kez gerçekten hakkıyla listeye girmiş olan Split'e yöneldik. Başkent Zagreb'in ardından ülkenin ikinci büyük şehri ve Dalmaçya bölgesinin yönetim merkezi olan Split'te hedefimiz devasa Dioklesiyen Sarayı. Girişte yanlışlıkla Saray etrafında kurulu pazaryerine aracımızla daldık ama Muzaffer'in sabırlı ve mahir yönetiminde bu girdaptan çıkıp bir otoparkta derin nefes aldık. 39 dönüm üzerine kurulu ve halihazırki şehrin de nüvesini oluşturan Saray Split yakınlarında doğmuş olan Dioklesiyen amcanın emeklilik günlerini geçirmek üzere yaptırdığı, kabrini de barındıran bir kompleks. Kabrinin üzerinde daha sonra bir katedral yükselmiş. Sarayı gören meydanda ufak yollu bir kayıntıdan sonra günün son durağı Dubrovnik'e doğru yola çıktık. Yol uzun, hemen yanıbaşından geçip gitmek haksızlık olur diye Makarska'da biraz oyalandık. Sonrasında yolun dağa tırmandığı noktada Neretva deltası narenciye bahçeleri ve ilginç sulama kanallarıyla tadına doyulmaz bir manzara oluşturuyor. Dubrovnik'e gitmek için Bosna-Hersek'in denize açılan yegane şehri Neum'a 15 km'lik bir gir-çık yapmak gerekiyor; biz de öyle yaptık.
Sonunda bu yolculuğun parlayan yıldızı Dubrovnik'e bizi götürecek modern köprüye ulaştık; doğrusu arkada Gruz limanıyla güzel resim veriyor bu ilginç köprü. Dubrovnik'in etrafını kuşatan surlara biraz kala kiralık oda ilanlarının bollaştığı bir noktada aracımızı bir kenara çekip gene kısa bir sürede iki geceleme yapacağımız dairemizi bulduk: Nane apartmanı www.dubrovnik-online.com/apartment_nane
4.gün / 3 nisan perşembe
DUBROVNİK
Dairemizin terasında güzel bir kahvaltıdan sonra tüm gün Dubrovnik gezisi: Muzaffer kardeşim ve ben rehber kimliğimizle ücretsiz, hanımlarımız içinse kişi başı 70,- kune [yaklaşık 27,-tl] ödeyerek tarihi şehirde 4 ayrı müzeyi [Rektörler Sarayı'nda kültürel-tarih müzesi, St. John kalesinde Deniz müzesi, eski Tahıl Ambarı'nda Etnografya müzesi ve Sanal Dubrovnik müzesi] gezdik. Bu müzelerden ayrı olarak suriçi bütün kent tam bir açıkhava müzesi zaten.
Öğlen yemeği için seçtiğimiz iyicene bir Pizzeria'da ise 4 kişi toplam 158,- kune [yani 61,-tl] ödedik ki en pahalı olacağını düşündüğümüz ülke için oldukça makul, hatta ucuz sayılır. Günün sonunda aracımızı alarak tarihi şehrin dışında kalan Gruz limanı ve turistik otellerin bulunduğu bol yeşillikli Babin Kuk ve Lapad bölgelerini dolaştık. Tatlı bir yorgunlukla dairemize döndük. Terasta bira keyfinin tam zamanı..
5.gün / 4 nisan cumaDUBROVNİK-KOTOR-ÇETİNYE-BUDVA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder